SİYASET
Giriş Tarihi : 01-09-2023 23:51

HUKUK İŞLEMEZ İSE YABANCI SERMAYE TÜRKİY'YE GELMEZ...

HUKUK İŞLEMEZ İSE YABANCI SERMAYE TÜRKİY'YE GELMEZ...


Mehmet Çatakçı
Hep Hukukun üstünlüğünü savunmuş ve Türkiye'nin kalkınması için tek şartın
hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargıdan bahsetmiştim.
Seçim sonrası oluşan yeni kabinenin, Türkiye’nin meselelerini kendine dert edinen
herkesi heyecanlandırdığını, dahası umutlandırdığını bu köşede tekrar tekrar dile
getirmiş ve bu heyecanı paylaşmıştık.
Çünkü bu kabine Mehmet Şimşek, Hakan Fidan ve Cevdet Yılmaz başta olmak
üzere mevcut AK Parti yapısı içinden çıkabilecek en makul kabineydi.
Çünkü Mehmet Şimşek ekonomide rasyonaliteye dönmeyi, Hakan Fidan ise
Türkiye’nin dış politikada yeniden diplomatik akla dönme umudunu temsil eden
isimlerdi. Bu yüzden de makul insanlar nezdinde beklenti doğal olarak yüksekti.
Dış politikanın kendine has özelliği olması dolayısıyla Fidan’ın daha şanslı olduğu
muhakkak..
Ancak Mehmet Şimşek’in aynı şekilde şanslı olduğunu söylemek ne yazık ki pek
mümkün değil. Zira irrasyonel politikalar ve ‘özel ekonomi fantezileri’ yüzünden
ekonomide kaleler öylesine yıkılmış durumda ki enflasyonu dizginlemek de,
dövizin ateşini düşürmek de, Türkiye’yi yabancı yatırımcı için cazip hale getirmek
de, Batı’dan finansal kaynak temin etmek de öyle sihirli bir değnekle halledilecek
gibi değil. Ayrıca böyle bir sihirli değnek de icat edilmedi henüz...
Evet Mehmet Şimşek ekonominin başına gelebilecek en doğru isimdi. Ama yanlış
bir zamanda ve yanlış bir sistemde geldi, Şimşek’in esas talihsizliği bu...
Bir kere ekonomi başta olmak üzere Türkiye’nin kronikleşmiş temel meselelerine
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin mantığı içinde çözüm bulmaya bu
sistemin ruhu müsait değil. Çünkü her şeyin tek merkezde, tek kişide toplandığı bir
sistemde denge-denetleme prensipleri gözardı edildiği ve de kurumlar işlemez
hale için kendi meselelerine vakıf liyakatli bakanlar ve kadrolar istese bile çözüm
üretebilmeleri mümkün değildir.
Nitekim Mehmet Şimşek bakanlığa geldiği günden bu yana yoğun bir çaba sarf
ediyor, ancak şu ana kadar toplumun hafızasında kalan en önemli iki icraatı var,
vergi artışları ve körfez ülkelerine yapılan para bulma turları... Herhalde ekonomik
krizden ve zamlardan canı yanan dar gelirlilerin beklediği icraatlar bunlar değildi.
Zira Şimşek gelmeden önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Nurettin Nebati
de aynı şeyleri yapıyordu, yani Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve
Katar’dan borç para buluyorlardı.
Peki şimdi ne değişti ki...
Bakan Şimşek neredeyse her gün Körfezden gelecek paraların müjdesini veriyor
ve diyor ki: “Körfez ülkelerinden temin edeceğimiz finansmanla ihracatçımızın

finansmana erişim sorununu büyük ölçüde çözmüş olacağız.” Yani Nebati
formülüne devam...
Hakkaniyetli olmak gerekirse elbette Şimşek de kapsamlı bir program hazırlığı
yapmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da geçtiğimiz
hafta yaptığı açıklamada ekonomide Orta Vadeli Program hazırlıkları yapıldığını ve
kısa süre içinde açıklanacağını söyledi. Kuşkusuz bu programla içerinin, özellikle
de dış dünyanın kaygılarını giderecek ve Türkiye’nin yatırım için neden ‘güvenilir’
ülke olduğunu gösterecek bir yol haritası sunulacaktır. Bu ekonomi ekibi bunu
yapabilecek birikime ve liyakate sahiptir.
Ama ekonomideki yangını söndürmek için tek çözüm yolu, Arap ülkelerinden para
bulmaktan ibaret değil ki... Hatta dönemsel olarak Avrupa’dan finans temin etmek
bile değil.
Esas olan, rasyonalitenin sadece güzel sözlerle sınırlı kalmadığı, ekonomik
imkanların dar çıkar havuzu içinde paylaşılmadığı yeni bir ekonomi planlamasıyla
birlikte güven telkin eden bir hukukun var olduğu, yargının bağımsız ve tarafsız
işlediği bir Türkiye fotoğrafını hayata geçirebilmektir.
İşte Türkiye’nin esas sorunu da bu noktada başlıyor. Çünkü Türkiye özellikle son
beş yılda gerek içeride, gerekse dış dünyada inanılmaz bir güven kaybına uğradı.
Bir kere, bugün finansman ve yatırım beklediğimiz Avrupa başta olmak üzere
neredeyse bütün dünyaya parmak salladık, ekonomik ve siyasi ilişkilerimizi yerle
bir ettik. Kısacası dostlarımızın sayısı azaltıp, düşmanlarımızı çoğalttık. Doğal
olarak şimdi bir tamir sürecindeyiz ama hiç kolay olmayacak.
Çünkü, halen anayasamızda var olan demokratik hakların kullanılmasına bile izin
vermediğimiz, 2004 yılında yaptığımız anayasa değişikliği ile iç hukukumuzun bir
parçası haline getirdiğimiz AİHM kararlarını yok saydığımız için kimse bizi bir
hukuk devleti olarak görmüyor.
Demokratik dünya dahil kimse Türkiye’de özgürlüklerin sağlıklı işlediğine
inanmıyor. Bütün parlak sözlere rağmen, yargının üzerindeki siyaset gölgesi bütün
inandırıcılığımızı yok ediyor.
İtiraf etmek hepimize zor gelse de böyle bir Türkiye fotoğrafına Arap ülkeleri
dışındaki demokratik dünyayı inandırmak çok ama çok zor olacak...

Erdem NoyanErdem Noyan